Kirden griye çalmış mermer taşa çöktü. Etil alkolün de etkisiyle ruhunun, zincirlerini kırarak sınırlarından çıktığını hissediyordu. Gözüne çarpan ilk şey, kendini akşam güneşine bırakmış PT Kneddy sokakları arasından mücheverlerini giymiş, göğe doğru uzanırken bir bulut kümesini delip geçen Eyfel'in bir tablosu. O bir aynaydı, tablo da kendisi. Sokaklara karanlığı getiren gökyüzü ve bulut kümeleri, onun doruk noktaları ise, Eyfel de umutları ve tutkuları olmalıydı. Her şeyi yaşamaya hazıırdı, bunu biliyordu; sınır da yok pişmanlık da, inkar etmek de yok, kabullenmek de. Salt mutluluk, saf arzu. Bu bu rüya ise, henüz uyanmak istemiyordu; daha çok uyuşturucu etkisi. Gözlerini kapattı ve kendini rüyanın içine hapsetmeyi denedi. Ah evet, çoktan hapsolmuştu. 'Ihıhı. Hayır. Bağımlın olmak istemiyorum' Kendi sesini duyuyordu, kulaklarında yankılanan 'Smells Like Teen Sprit' sözlerini değil. Bedeni müziğin çağrısına boyun eğdi, duymadığı şarkıyı hissedip çılgınca dans ettiğini farketti. Ağzı dudaklarına varmıştı. Nahoş bir zevk transından da öte, daha bilinçsiz bir arınma; bilinçsizce gülüyordu, 'Oraya gidip daha fazlası için yalvaracağım galiba'. Aynadaki yansıması ile konuşuyordu. kendisine söylemek istemediği tüm gerçekleri, aynanın karşısında duran kızıl saçlı, gözleri akmış kıza anlatıyordu, yüksek sesle hemde. Daha çok bağırıyordu, susmaktan sıkılmış benliği gibi. Bu duygularının başlattığı bir ihtilal miydi? 'Ah. Hayır. Yıllarca susması için yalvardığım şey: ne istediğini bana söyle. Ne istediğini biliyorum. Ne istediğimi biliyorum. Evet istiyorum.'
Gözlerinden süzülen iki kırmızı gözyaşı, şakaklarında durdu. 'Ha..Hayır. Ben ağlamam' . Aynı anda, simasını alıp götüren o gülüş, bir kahkaha olarak patladı, hani gülmesi gerektiği zaman gelmeyen, geldiğinde de 'ben geldim' diye haykıran kahkası. Gözlerini kapattığında süzülen gözyaşını tattı, eşki, tuzlu ve acı. Gülüyordu, ağlıyordu. Evet açtı, istediği şeyin kokusunu aldıkça artan bir iştah. 'İnkar etmek istemiyorum. Bedenime engel olmak istemiyorum. Bugün beni yönetmesine izin vereceğim. Konuşmasına, bağırmasına, haykırmasına...'. Gözlerini tavana dikti, fayansların her birini saydı. Otuz altı tane olduğu belliydi, ama yine de saydı. 'Özlediğim şeyi istiyorum. Onu özledim. İşte bunu söylemek istiyordum değil mi? İnkar etmeden söylüyorum. Haykırıyorum; Aynadaki de oydu, kendisi de. O zaman kavgası kiminleydi?
Simasını alıp götürmek isteyen kahkahasına engel olmak olamıyordu. Bunu da istemiyordu zaten. 'Çok bekledim. Çok, çok, çok...' Burndan ölü ciğerlerine dolan koku onu transa daha çok kaptırmıştı. Bütün dişlerini döstererek gülüyordu ve yanakları ağrımıyordu.
'Buna ihtiyacım var. Yaşamaya ihtiyacım var anlamıyor musun? Her gün susuluktan, açlıktan geberiyorum.
Susadığım, acıktığım şey kan değil..
Ben ölü müyüm?'
Gözlerini kapattı, 5 dakika önceye gitti, Kasları gevşedi gevşemesine izin verdikçe, dudağının kenardındaki muzur gülümsemeye engel olmak güçleşiyordu. Kendisiyle konuşurken bile sesi titriyordu.
'Yaşamıyormuşum ki ölü olayım?'
Ayağa kalktı. karşısında kırmızı saçları dağılmış,suratına bütün dişlerini gösteren bir gülümseme yerleşmiş, kana bulanmış birkaç parça kumaş giyinmiş, şah damarından siyah bir sıvı sızan 18 yaşında bir genç kızdan fazlasını gördü. Lilith'den fazlasıydı bu. Aniden tuvaletten çıktı, gözleri onu arıyordu. Görebileceği tek şeyi. Barın başında onu, kırmızı dudaklarını viski bardağına değdirirken gördü.
'O bardak ne kadar şanslı olduğunu bilmiyor.' Vücudunun her yeri iştahla ona doğru gidiyordu. Yanına yaklaştı, her zamanki erkek sesini, biraz daha incelterek ve nerdeyse sevimli bir ifadeye bürünerek, yanağına sulu bir öpücük kondurdu. 'Eteğin için üzgünüm.'
--